aşk gemisi

İzmir`de yeni bir gün doğarken hızla kalktı Franko. Buraya ailesiyle İspanya`dan geldiğinden beri mutsuz bir çocuk olmuştu. Ülkesinde geride bıraktıkları onu kendisine doğru çekiyor ve derin bir melankoliye sürüklüyordu ama hayatının o gün, erdemin yok olduğu karanlık yollardan biriyle mutlu    bir tesadüf sonucu kesişeceğini bilseydi eğer; yakışıklı yüzünde o somurtma .    yerine şeytanı kendinden şüpheye düşürecek bir gülümseme olurdu.İspanya da en çok özlediği şey tanrının insana bahşettiği en büyük ve etkileyici aletlerden olan, önünden eski bir rahibin haşmetli asası gibi yükselen    aleti için çıldıran bakirelerdi. Franko bir rahip değildi. O sahip olduğu kutlu armağanı daha çok bir askerin mızrağını kullandığı gibi kullanıyordu. Ama asker, uzun zamandır idmansız kalmıştı. Artık savaşın ve kanın zevkini yeniden tatmak istiyordu. Dışarıdaki işlerini halletmek için hazırlandı.    Ailesine sevimsizce gülümsedi ve dışarı çıktı. İçinden derin arzularını paylaşamayacak insanlarla iletişim kurmak gelmiyordu. Ama neyse ki bu konuda rahattı. Ailesi onu evde bırakıp tatile gideceklerdi. Bunun için tanrıya içerlemişti. .    hergün boynuna astığı gümüş haçı o gün asmadı. Şimdi dışarıda    kol gezen onca kötülüğe karşı korunmasız gezmek zorundaydı. Vapura binip karşıya geçecekti. Orada buluşması gereken biri vardı. Okulda tanıştığı ve ispanyol kızlarını aratmayacak kadar güzel, bir su perisi kadar saf bir kız onun davetkar sözlerine daha fazla karşı koyamamıştı. Oraya    gitti. Ama kız yoktu. Kendisine karşı yapılan bu büyük hakaretten dolayı sinirle doldu ve yüzü kızardı. Pantolonunun içindeki aletin sertleştiğini    ve demir kadar bükülmez hale geldiğini fark etti. Kendini zor tutarak tekrar vapura bindi. Artık o kendini beğenmiş, insanların işlerine    burnunu sokmaktan kesin bir zevk alan tanrıya açık açık küfrediyordu. Ama o da görecekti. aletini onun göz kırpan deliğinden içeri soktuğunda hazların en büyüğünü tadacaktı. Bu düşünceler içinde neredeyse temas bile etmeden volkan gibi patlamaya ve fışkırmaya hazır olan aleti    pantolonu yırtacak gibiyken yanına bir genç çocuk oturdu. 17-18 yaşlarında görünüyordu. Kesinlikle 20 sine yeni basmış Frankodan daha büyük değildi. .    Cennetin bahçelerinde dolaşan hurilerin giydikleri ince elbiseler kadar beyaz bir teni ve garip bir ışıkla parlayan zümrüt yeşili gözleri vardı.    Simsiyah saçlar insanı karşısında ağlatacak kadar güzel yüzünü çevreliyordu. Tanrının şaheseri olarak yaratıp gurur duyduğu bu yaratığa şeytan da sahip    olduğu tüm çekiciliği vermişti. Franko gözlerini alamadan onu izlerken onun gibi tapılası bir varlığın da bakışlarıyla genç adamı süzdüğünü görüyordu.Hiç konuşmadan birbirlerine iyice yapıştırdılar vücutlarını ki ilahi hazzın bedenlerinden akarak ruhlarını şahlandırmasını hissedebilsinler. Yeşil gözler bir şevhet denizi gibi yutuyordu Franko`yu. Tam o sırada pantolonun üzerinde onun eli gezinmeye başladı. Yavaşça, sadece dokunuşuyla bile acı ve zevk yaşatarak bedeninin merkezindeki    yükseltiye doğru ilerliyordu yakan el. İnsanın dayanma sınırını aşmıştı artık yaşanan ve Franko bir yandan daha sesini bile duymadığı çocuğu kalkıp vapurun personel haricinin girmesi yasak olan makine dairesine doğru sürükledi. Şansına kimsenin olmadığı o yüksek gürültülü odada haşince dudaklarına yapıştı. Çocuk inliyordu ama makinaların yüksek sesinden hiç birşeyi duymak .    mümkün değildi. Elleriyle sıkıca sardı ve sanki en pahalı kaz    tüyünden bir yastığa koyarcasına elini kalçalarına koydu. Sırtından tutarak kendi göğsüne bastırdı ve tişörtünü neredeyse yırtarak üzerinden sıyırdı. Çocuğun ince    beyaz elleri de onun pantolonuyla ilgileniyordu. Artık kaslı yanık tenli vücudu ortaya çıkmıştı Franko`nun. O da çocuğun üstüne giydiği gömleğin .    çıt çıtlı düğmelerini tek bir hareketiyle çıkardı. O sırada Franko`nun pantolonunu çoktan indirmiş olan çocuk kendi pantolonunu da indirmekyedi. Yaptıkları işin riski, aşklarının heyecanı ve hazzın beklentisiyle tatlı bir zevke dönüşmüştü. Franko`nun koca aleti zaten iç çamaşırının dışına taşmıştı    çoktan. O da çocuğun teni gibi beyaz kilodunu yavaşça sıyırdı. .    Karşısında tür ve cins ne olursa olsun yaratılmış en güzel kalçalar çıkmıştı. Ortasında ise beyazlığın tek istisnası olan pembe bir gül goncası ihtisarla yanarak tenin beyazlığını vurguluyordu. Franko büyüsüne kapılmış    bir halde şimdiye kadar ağzında hissettiği en güzel tadı hissetti onun pembe deliğine dil darbelerini savururken.Sanki az pişmiş bir biftek    ağzının içinde dağılıyordu. Dişlerini çok sert geçirmeye başladığında ise bu bifteği tamamlayıcı kırmızı şarap doldu ağzına. İsanın kanını içiyordu Franko.İşte en sonunda birkaç dakika önce yapacağına yemin ettiği şeyi yapmanın da vakti gelmişti. Tanrının göz kırpan deliğine girmenin beklentisiyle mızrağını hazırladı ve erkekliğini önünde hazır bekleyen ve onun için yalvaran .    ilaha sapladı.Acı bir çığlık kulaklarını doldururdu eğer makinaların gürültüsü olayın görkemine eşlik etmeye çalışan bir senfoni gibi herşeyi kendi ulu armonilerine katmasalardı. Ama daha çok çocuğun titremesini hissetti. O titreme    Franko nun da içine yayıldı. Makinaların ritmleriyle uyum içinde bir ritm tutturdular.Birbirlerine yaklaştıkları her anda o aitliğin zevkine varıyorlar, zevkin    de en büyüğünü paylaşıyorlardı. Franko kendi inlemelerini duyabiliyordu ama kendisini öyle kaybetmişti ki sanki yüz ağız aynı anda inliyordu. Öyle    hissediyordu ki, yüz sevişmenin tüm zevkini o yaşıyordu. Sıcaklık inanılmazdı, ses dayanılmazdı. En sonunda patladı. aletinden beyaz dölleri alev kusan    bir dağ gibi cehennemin ooluklarına aktı.Tam o anda da makinaların gürültüsü azaldı. Vapur iskeleye yanaşmıştı. Tek kelime konuşmadan hızla giyindiler. İkisi de yaşadıkları mucizenin etkisiyle ve şehvetin anılarıyla titriyordu. Yukarı çıkıp diğer yolcularla beraber vapurdan indiler. Tam ayrılmadan önce çocuk Franko`nun eline bir kağıt tutuşturdu. Sonra aniden bir kedi çabukluğuyla gözden kayboldu. Franko kağıdı açtığında şunları okudu:   “Sen Franko; acaba tüm bu yaşanılanların gerçek olduğuna inanabilir misin? Dünyevi ve ilahi güçlerin ulaşılamaz kıldıkları şeye ulaşabilir misin? Beni yeniden bulabilir misin?Hayır. Ben senin .    bulman değil araman gereken şeyim. Sürekliliği sağlayacak olanım. Sen ise    onu yaşayacak olansın. Ama bunun için beni ara. Eğer yapabilirsem bir yerlerde ben de seni arıyor olacağım.”Ve siz sevgili okuyucular,    böyle bir ahlaksızlığın öyle bir ödüle dönüşeceğine inanabilir misiniz? Beni bulabilir misiniz? En azından ben, ulaşılmaz değilim.Gönderen: Marquise de Sade

Bir cevap yazın